Kan tadı. Seviyordu o tadı ya da alışmıştı.
Hafifçe doğruldu. Canı acımıyordu, belki biraz gururu… Başını kaldırdığı anda
gördü bir sonraki hamleyi. “O” da düştü yanında yere. Bir anda geldi öfke. Ne olduğunu
anlayamadan ayağa kalktı. Tuttu kadını boğazından. Yapıştırdı duvara. Güçlüydü,
biliyordu gücünü; kadının göz bebeklerine baktığında görüyordu gücünü. “Bir kez
daha” diye soludu kadının gözlerine bakarak. “Bir kez daha vur ona, seni
öldüreyim.” Korkuyu gördü. Ama soluk bir korku. Kadın güldü sonra, buram buram
alkolün kokusu geldi burnuna. Midesi bulandı. Bıraktı zarif boğazını kadının. Bir
adım geri çekildi yavaşça. “O” nu tuttu ve kaldırdı yerden. Tam “o”nun gözündeki
yaşı silerken, acıyı hissetti. “Nefes alamıyorum” diyemedi. Bir kez daha
yerdeydi, kadın gülüyordu. O an anladı. Oyunu tek başına oynamakta zor birşey
yoktu. Kendini korurdun, kazanırdın bir şekilde. Ama oyunu iki kişi oynadığında
savunmasızdın. Arkana bakmak zorundaydın. Ne yaparsan yap “o”nun gözünden düşen
bir damla yaş için ölmeye hazırdın. Çünkü “o” senin canındı. Senden bir
parçaydı. Sen istedin diye gelmişti dünyaya ve zarar görmemesi için kalkandın
sen. Bu düşünce onu kendine getirdi. Dakikalarca yerde kıvranmıştı ve sonunda
bir miktar nefes alabildiğinde duruldu. Gülen ve küfürler saçan güzel kadına
baktı sessizce. Korkmuyordu. Çünkü “o”na, kardeşine, bu güzel kadının yaşattığı
zulmü yaşatmayacaktı. “Benim kalkanım yoktu, gücüm yoktu, tek başıma savaştım. Ama
sen yalnız değilsin.” diye fısıldadı ağlayan küçüğün kulağına. “Ben hep senin
yanındayım ve ben hayatta olduğum sürece, sana hiçbirşey olmayacak.” Ben
hayatta olduğum sürece…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder